SEZER ODABAŞIOĞLU (KARİKATÜRİST)
  Nasrettin Hoca'nın Yaşayan Mizahı- (Nasreddin Hodja a living humor)
 


Nasrettin Hoca’nın yaşayan mizahının tadına varabilmemiz ve işlevinin önemini algılayabilmemiz için  Selçuklu mizahına kısaca değinmek ve içeriğine bakmamız gerekir.

Araştırma ve incelemelere göre, Selçuklu mizahı, Anadolu aşiret kültürünü yansıtan masal, tekerleme, bilmece, fıkra, şiir, hikaye gibi çeşitlemeleriyle folklorik bir yansımadır. Buna karşın, Selçuklu mizahına sarayın ve tarikatların sahiplenmediği bir gerçektir. Osmanlı döneminde de halk arasında varlığını sürdürebilen Selçuklu mizahının kimliğini yansıtan Dede Korkut Masalları, Keloğlan Masalları ve Nasrettin Hoca fıkraları dikkate değer mizah örnekleridir.

Selçuklu mizah kültürü incelendiğinde, batı kültürünün tam tersine, hemen hemen tümüyle aşiret yaşantısının bozulmamış kimliğini yansıttığı görülür. Selçuklu kültürü ve mizahı, kırdan kıra göçerlik ve kırdan kente yerleşiklik sürecinde oluşmuştur. Kırdan kıra göçerlikte Selçuklu folklor ürünleri, çobanlık terimleri ve kavramlarıyla bezenmiş olup kent düzenine uygun kurum ve kavramlardan oldukça uzaktır.

Selçuklu folklorunda ilk mizah kültürü örnekleri, Dede Korkut  Masalları’nda görülür ve bu ilk mizah örnekleri, kırdan kıra göçerliliğin kültürel yansımalarıdır. Kırdan kente yerleşikliğin kültürel yansımalarını ise ilk kez Keloğlan Masalları’nda görebiliyoruz. Selçuklu’nun son döneminde ise aşiretlerin yerleşik düzende uğradığı bozulmaları, Nasrettin Hoca fıkralarından öğreniyoruz.

Bu bağlamda, Selçuklu mizah kültürünü günümüze değin taşıyan güçlü mizah örnekleri, -Dede Korkut Masalları, Keloğlan Masalları ve Nasrettin Hoca fıkra ve hikayeleri- Selçuklu mizahını tanımamıza ve öğrenmemize ışık tutmuştur.

Selçuklu mizahının ilk örneği olan Dede Korkut Masalları’nda, iki ayrı kültürün çatışmasından ortaya çıkan zengin mizahın, masalsı boyutlu olduğu görülür. Ki bu masallardan, gerçeküstü soyut kavram ve motiflere karşı çıkan somut aşiret insanının tipini ve göçerlik yaşamını öğreniyoruz. Masalımsı ve destansı bir hava içinde aşiret kültürünü yansıtan Dede Korkut Masalları, Selçuklu mizahının ilk örneğinin gerçeküstü görüntülerle bezendiğini gösterir.

Selçuklu mizahında, olmazı olurlulaştıran bir mantık yapısı vardır. Selçuklu mizah ürünlerinin çoğunlukla verilen bir ziyafet, şenlik dolayısıyla insanlar arası toplumsal ilişkiden ortaya çıktığı görülür. Kandırma, kandırılma,saflık, kurnazlık, şaşırma gibi toplumsal ilişki motifleriyle yoğunlaşan Selçuklu mizahının eğlence ve hoşgörü boyutu oldukça zengindir.

Bu sınırsız hoşgörü anlayışı yönünden dolayı, tarikatların Selçuklu mizahını, kendi ilgi alanlarının dışında tuttukları ve kabullenmedikleri görülür.

Kesin sınırlar içinde kalmamakla birlikte Dede Korkut Masalları’nda mizah, iki ayrı kültürün çatışmasında görülen soyut kavram ve motiflere karşı duran aşiret tipi insanından; Keloğlan Masalları’nda mizah, zeka ve kurnazlık oyunlarından; Nasrettin Hoca fıkra ve hikayelerinde ise mizah, ilk kez akilmentlik ya da danişmentlik kavramından ortaya çıkmıştır.

Dede Korkut Masalları’nda görülen mizah, bir anlamda kahramanlığın feodal güçlere karşı duruşun mizahıdır ve aşiret töresinin ve kültürünün bir yansıması konumundadır.

Keloğlan Masalları’ndaki mizah, yerleşik düzenin tuzak ve hilelerine  karşı, hiç değilse çocuklarında bir bağışıklık kazandırmak isteyen ya da babalarının öcünü almak ve eski dirliklerine kavuşmak isteyen anaların düşlerini simgeler gibidir ve tüm ereği kötüden öç almaktır. Kötüye karşı duruşunda da, her türlü kötülük ve kurnazlık vardır. Her aşiretin kalbinde yatan padişahlık hakkı, mizahi bir kimlikle Keloğlan’da sembolleşmiştir. Bir anlamda Keloğlan masallarındaki mizah, zeka ve kurnazlık oyunlarından türemiştir.

Sonuç olarak, Selçuklu mizahı, bir Anadolu mizahıdır. Osmanlı mizahı gibi  İstanbul mizahı değil, doğrudan bir halk mizahıdır yani. Selçuklu mizahının folklorik yapısı vardır.

Bu folklorik özelliğinden dolayı da, Selçuklu mizahını halk arasında dolaşarak derleme  şansına sahibiz.



Selçuklu sarayının yıkılmasıyla Osmanlı sarayının kurulması arasında geçen süre, Selçuklu’nun üçüncü ve son dönemi, iç isyanların ve dış saldırıların boy attığı karışıklıklar dönemidir.

Anadolu’nun saraysız kaldığı ve merkezi yönetimin olmadığı bu dönemde, Anadolu’da çok sayıda yol göstericinin, aydınlatıcının ve Hacı Bektaş Veli, Ahi Evran, Hacı Bayram, Mevlana, Taptuk Emre, ve Yunus Emre gibi tarikat büyüklerinin boy attığı görülür.

Anadolu geçmişinin en zengin, en parlak uyanışı ve toparlanışı, kendine özgü bir kültür merkezi oluşun gözlendiği bu yıllarda, Anadolu’nun bu denli aydınlatıcıyla dolması şaşırtıcı gelmemelidir. Hemen her halkın, aşiret döneminden yerleşik düzene geçerken ya da bu tip köklü değişikliklerinde, yol göstericilerin ortaya çıktığı gerçeği, unutulmamalıdır.

Saray ile aşiretler arasındaki temel çelişkiye ve çatışmaya bir çözüm getirmeyi amaçlayan tarikat büyüklerinden bir kısmı, Selçuklu sarayını yola getirmeye çalışırken, diğer bir kısmı da, halkı, Selçuklu sarayına karşı düzenli bir ayaklanmaya hazırlama yoluna gitmişlerdir. Ancak, bunu yaparken, halkın işin içinde bulunmadığı bir hareketle temelli bir çözüm getirilemeyeceğini , -yani halktan yana duruşu- unuttular.

Tarihsel süreç içinde, güçsüz, güçlünün karşısında kaldığında, öfkesini, ya kin şeklinde içine atmış ya da becerebildiği tek eylem olan mizahla dışa vurabilmiştir.

Bu bağlamda, mizah, güçsüzün güçlüye karşı durabilmesini sağlayan tek eylem biçimi olarak göze çarpmaktadır.

Bu dönemde, tarikat büyüklerinin çağdaşı olarak yetişen ve yol göstericilik kimliğini mizahi bir tavırla sergileyen NASRETTİN HOCA, hiçbir tarikat tarafından benimsenmemesine ve hiçbir çözüm yolu önermemesine karşın, halktan yana duruşuyla halk arasında benimsenen, varlığını sürdürebilen büyük bir isim olarak halen aramızdadır.

Tarikat büyükleri gibi bir çözüm yolu önermeden, ancak, halktan yana duruşunu ayrıcalıklı bir tavırla kanıtlayan Nasrettin Hoca’nın mizahı, o dönemin kültür, sosyal geleneklerinden olan akilmentlik ya da danişmentlik motifine bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Ancak,  Nasrettin Hoca, mizahi kişiliğiyle akilmentlik kurumundan ayrı kalmasını bilmiş ve hatta akilmentlik motifiyle alay ederek gerçek ününü toplamıştır.

Halktan yana duruşuyla benimsenen ve önemsenen Nasrettin Hoca mizahı, halkın mizahı olma şansını yakalayarak halk arasında folklorik kimlik kazandığından halen yaşayan mizah konumundadır.

Bir başka anlatımla Nasrettin Hoca mizahı, halkın sorunlarıyla beslenen ve birlikte yürüyen, toplumsal kültüre, eğitime önem veren, güler yüzle ciddi olmasını bilen  Türk halkının mizahıdır.

Günümüzde, Nasrettin Hoca mizahının folklorik zenginliği, dilimize:

-Parayı veren düdüğü çalar

-Yorgan gitti kavga bitti

-Acemi bülbül böyle öter

-Ye kürküm ye

- Sen de haklısın

-Kavaktan öte yol gider

-El elin eşeğini türkü okuyarak arar

-İpe un sermek

-Bilenler bilmeyenlere anlatsın

-Geç yiğidim geç

-Damdan düşen halden anlar, gibi deyim ve yükümler kazandırmıştır.

Tek kişiye özel mizah kavramını yıkarak güçlü bir toplumsal mizah yaratan Nasrettin Hoca, yaşadığı çağdan günümüze değin Türk halkının, toplumun sorunlarını, aile içi kavgalarını, geçim sıkıntılarını, toplumsal yaşam ilişkilerindeki yanlış tutumları, mizahın gerçekçi aynasından ustalıkla yansıtmayı başarmıştır. Ki bu başarı, başka ulusların toplumsal sorunlarına da uyduğundan Nasrettin Hoca mizahı, evrensel bir boyut kazanmıştır.

Nasrettin Hoca mizahındaki abartısızlık ve doğallık, öylesine halkın kendisi anlamına gelmiştir. Ki bir anlamda halk, Nasrettin Hoca ile özdeşleşmiştir.

SEZER ODABAŞIOĞLU

 

 
  Toplam 134916 ziyaretçi kişi  
 
WEB TASARIM: SEZER ODABAŞIOĞLU Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol