SEZER ODABAŞIOĞLU (KARİKATÜRİST)
  Akşehir
 


Tarih boyunca hep önemli bir yerleşim, ticaret, kültür merkezi olan Akşehir'e ait ilk arkeolojik bulgular Neolitik Dönem'e kadar uzanıyor. Etiler zamanında Akşehir'in adı Thymbrion' dur. Zamanla Frikya egemenliğine daha sonra Anadolu‘ da egemenlik kuran Lidyalılar’ın yönetiminde kalan Akşehir'in önemi daha da arttı. "Krallar Yolu" Akşehir'den geçmekteydi. Akşehir Helenistik dönemde Phrygia tiranı Philomelos tarafından kuruldu. İlk yerleşim alanı bugünkü kentin kuzey-batısında, sultan dağının kuzey yamaçlarındaydı. Kent roma döneminde Philomelium (Bal Sevenler) adını aldı.
    Müslüman Araplar birçok kez yağmaladıkları kente Belde-i Beyza (Beyaz Şehir) adını verdiler. Malazgirt    Savaşı' nın ardından başlayan Anadolu' nun türkleşmesi sonucunda Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından alınan kentin bundan sonra adı ve kaderi değişir. Nehçet-ül menazil'de buraya gelen hükümdarlardan birinin çiçek açmış ağaçlardan esinlenerek "Akşehir" dediği rivayet edilmektedir. Akşehir'in günümüzde sahip olduğu eserlerin pek çoğu Selçuklular zamanında yapılmıştır. Bu dönemde kent zenginleşir ve gelişir. Horasan illerinden Seyyid Mahmud Hayrani, Nimetullah Nahçevani gibi din bilginleri Akşehir'e göç ederek bu toprakların manevi dokusunun değişmesine katkıda bulunurlar.
    Selçuklu devleti'nin çökmesiyle önce Eşrefoğulları, sonra da yüz yıl Hamitoğulları yönetir. Kenti beyliklerden günümüze sadece Marif köyündeki Şeyh Hasan Türbesi ile mezar taşları ulaşır. Akşehir 1381 yılında Murat Hüdavendigar'a satılır. Yıldırım Beyazıt 1402 yılında Timur'a yenilince, Ferruhşah Mescidi'nin cenazelik bölümüne hapsedilir ve burada intihar eder. Timur'un zulmünden bunalan halk, Nasreddin Hoca'yı dirilterek doymak bilmeyen fillerden kurtulmanın çaresini arar. Fetret döneminde kısa bir süre Karamanoğulları eline geçen Akşehir, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1467 yılında fethedilir ve cumhuriyete kadar sürecek olan kesintisiz Osmanlı Hâkimiyeti başlar. 15. Yüzyılın sonlarına doğru çeşitli etnik ve dinsel kökenden gelen kavimlerin barış ve kardeşlik içerisinde bir arada yaşadığı günler başlar.
    Sevr Antlaşması ile, Akşehir İtalyanlar tarafından işgal edilir. İtalyanlar hıristiyan mahallelerindeki evlere yerleşirler. Ancak işgal günleri uzun sürmez. Çınaraltı Mescidi avlusundaki çınarın üstünde yuvalanan leyleğe ateş eden İtalyanların silah seslerini duyan halk sokağa fırlar. Bunu bir ayaklanma sanan işgal kuvvetleri toparlandıkları gibi şehri terk ederler. Ancak Anadolu'nun topyekûn kurtuluşu bu kadar kolay olmayacaktır. Mustafa Kemal kumandasındaki ordu, Kurtuluş Savaşı'nı, halkla birlikte büyük sıkıntılar içinde sürdürecektir. Sakarya Meydan Muhabereresi'nden sonra 18 Kasım 1921'de Garp Cephesi Karargâhı Akşehir'e nakledilir. 24 ağustos 1922'ye kadar sürecek olan dokuz ay on günlük sürede taarruz hazırlıkları Akşehir'den yönetilir, planlar burada yapılır. Akşehir ve köylerine birlikler yerleştirilir. Kumandan İsmet ( İnönü ) Paşa TBMM' den ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa' dan aldığı emirlerle "Büyük Taarruz" un hazırlıklarını 9 ay boyunca Akşehir' de yapar. Akşehir, bir anlamda sinesinde Büyük Taarruz'u doğuma hazırlar. Garp cephesi komutanı Mirlavi İsmet Bey bu sürede sürekli Akşehir'de kalır. Mustafa Kemal Paşa’da hazırlıkları kontrol etmek için defalarca Karargâha gelir. 1922 yılının 28 Temmuz günü bir futbol turnuvası bahane edilerek bütün ordu komutanları Akşehir'de buluşur ve son hazırlıklar gözden geçirilir. Nihayet ağustos sonunda taarruza karar verilir. 24 Ağustos 1922 günü sabahı ordu harekete hazırdır. Namaz kılınır, Nasreddin Hoca'nın Türbesi ziyaret edilir. Mustafa Kemal' in askerleri Akşehirlilerin alkış ve dualarıyla cepheye uğurlanır. 



Akşehir ve çevresi tabii güzellikleri, bereketli toprakları ve yeşil bitki örtüsü ile İç Anadolu Bölgesinin gözde ilçesidir. 31º, 24ˉ, 45= doğu boylamı, 38º, 02ˉ, 00= kuzey enlemleri arasında yer almakla beraber, kuzeydoğusunda Ankara, kuzeyde Eskişehir, kuzeybatıda Afyon, doğu ve güneybatıda Konya, batıda Isparta illeri ve Akşehir ilçe merkezinin kuzeyinde Akşehir Gölü ile çevrilidir. İlçe yüzölçümü 1442 km2’dir. Denizden yüksekliği 1050 m’dir. Güneybatı kesiminde yer alan Konya iline bağlı Akşehir ilçesi, Konya - Afyon karayolu üzerinde olup Konya iline 135 km. Afyon iline 90 km. mesafededir.
    İç anadolu bölgesinin pek mutena bir bölgesini teşkil eden Akşehir ve Sultan Dağlarının iki bölümü tabiat, iklim, ekonomik ve sosyal bakımdan diğer yerlerden ayrı ve kendine has bir özelliğe sahiptir. Sart'tan başlayarak Ninova'ya kadar uzanan ve tarihte "Kral Yolu" olarak bilinen ünlü ticaret yolunun geçtiği kent günümüzde de aynı önemi korumaktadır. Şehir merkezinin yakın çevresi yerleşim alanı olarak gelişirken dış kısımları tarımsal karakterli olup sulu ve kuru tarım yapılmaktadır. Sebze ve meyvecilik gelişmiş olup tahıl ürünleri, pancar, hububat, baklagiller, sanayi bitkileri ve hayvan yemlaeri de önemli bir yer tutmaktadır.
    Bölgenin iklimi karasal iklimdir. Bunun yanında İç Anadolu ve İç Batı Anadolu iklimlerinin geçit yeridir. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve yağışlıdır. Yıllık yağış miktarı 690 m.m’dir. Yağışlar daha çok kış ve ilkbahar aylarında düşer. Kışın sert günlerini baharı, yazı andıran günleri takip eder. Akşehir ve çevresi İç Anadolu bölgesinin en fazla yağış alan bölgelerinden birisidir. Yıllık sıcaklık ortalaması 12 cº’dir. En önemli rüzgarı güneybatıdan esmektedir. Halk arasında gedavet denilen sam yeli de sık sık hissedilir. (bir günde dört mevsimi Akşehir’de yaşayabilirsiniz.)

    İlçe merkezinin güneyindeki Sultan Dağları dizisi ve kuzeyindeki Akşehir Gölü su toplama havzası bölgenin morfolojik yapısını teşkil eder. Kuzeybatı-güneybatı istikametindeki Sultan Dağları dizisinde Akşehir ilçe merkezi güneyinde Tekkekale tepe 1664 metre, Çamlık tepe 1731 metre ve en yüksek tepesi olan Gelincikana tepesi 2610 m. yüksekliktedir. Akşehir Gölü ise denizden 958 metre yüksekliktedir.
    Şehrin önemli morfolojik elemanını alüvyonal yelpazeler oluşturmaktadır. Sultandağları eteklerinde alüvyon yelpazeleri düzlükler meydana getirmişlerdir. Bu düzlükler yerleşim yerleri olarak işgal edilmiş olup büyük bir kısmı da tarım alanları olarak değerlendirilmektedir.
    Göl seviyesinin son yıllarda düşüyor olması sebebiyle alüvyon yelpazeleri oluşturan akarsular, yataklarını derinleştirmişler ve kendilerini gömmüşlerdir. Bu yüzden alüvyon yelpazeleri uzun eksen boyunca deşildikleri görülür. Alüvyon yelpazelerinin temele yaslandıkları yerlerde rakım ortalama 1150 metredir. Eski göl yatağının başlangıcı, bir başka ifade ile dış yelpazenin uç kısımlarındaki ortalama rakım ise 1000 metre olup halen alüvyon yelpazelerinin 150 metrelik bir tortul kaması teşkil ettikleri görülmektedir.
    Eski Akşehir gölü düzlükleri doğu taraflara uzanır. Subatan köyü civarındaki bugünkü göl tabanı ile aynı kotta oval bir çukurluk gözlenir. Burası eski göl içerisinde yerel bir çanaktır. Akşehir bölgesinde eski göl kıyı kordonlarının varlığından ileri gelen zayıf seçilen teraslı yapı vardır. Teraslar özellikle 975-1000 metre arasında izlenmektedir. 
    Genellikle sultandağlarında maki denilen çalılık, karaağaç, meşe, çam,fındık bitki örtüsünü oluşturur.
Dağların eteklerine inildikçe çeşitli meyve ağaçları vardır. Kentin çevresi oldukça sık ağaçlarla kaplanmıştır. Geçmişte ormanlarla kaplı olan sultandağları, zaman içerisinde bilinçsiz kesim ve keçi beslenmesi nedeniyle azalmıştır. Erozyon çalışmaları yapılarak dağların boş kalan kısımlarında orman ağaçları yetiştirilmiştir.
    Çeşitli yerlerden doğan yüzlerce kaynak vardır. Bu kaynaklar birleşerek ırmak, dere ve çay halinde Akşehir ve Eber Göllerine dökülür. En önemli akarsuyu doğanhisar yönünden gelerek Akşehir’in 5-6 km. Kuzeydoğusundan Akşehir Gölü’ne dökülen Adıyan Çayı’dır. Akşehir Çayı ise sultan dağlarından doğup kenti ikiye bölerek akar. Geçmiş yıllarda birkaç kez taşmış olmasına karşın son yıllarda suyunun git gide azaldığı görülür. Yazın ise tamamen kurumaktadır. 



 

Eber Gölügibi, Sultan Dağları ile Emir Dağı arasındaki çöküntü alanında yer alır. İdari olarak Konya ve Afyonkarahisar illeri sınırları içerisinde yer almaktadır. Kapalı bir havzada bulunduğundan dışarıya akıntısı yoktur. Buna karşın suları çok az tuzludur. Kıyılardan göle karışan tatlı su kaynaklarının bolluğu, kıyılarda suyun tatlılaşmasını sağlar. Tuzluluk orta kesimlerde ve kuzeydoğuda daha belirginleşir.Göl, Sultan Dağlarından inen mevsimlik ve sürekli akarsular, göl çevresindeki akiferlerin yeraltı suyu akımı ile göl alanına düşen yağışlarla beslenmektedir. Boşalımı ise, göl yüzeyinden buharlaşma ve sulama amacıyla alınan sularla olmaktadır. Gölün geçmişte Taşköprü Çayı vasıtasıyla Eber Gölü ile olan bağlantısı, Eber Gölü çıkışına D.S.İ.'nce inşa edilen düzenleyici ve sulama kanalları ile kesilmiştir. Göldeki su seviyesi ve göl alanı, yıllara ve mevsimlere göre büyük değişiklikler göstermektedir. 1961–1991 rasat periyodunda en düşük su seviyesi Kasım 1963' de tespit edilmiştir. Buna göre su kodu 955,01 metre, göl alanı 25 500 hektar ve su hacmi 460 milyon m3 olmuştur. En yüksek su seviyesi ise Mayıs 1970' de tespit edilmiş, bu seviyedeki su kodu 959.76 metre, göl alanı 39 000 hektar ve su hacmi 2.1 milyar m3 olmuştur. Sığ bir göl olup, derinliği 2 ile 4 m arasında değişmektedir. Gölün güneydoğusundaki yaklaşık 10 kilometrelik kıyı şeridi dışında kalan tüm kıyıları seyrek, fakat geniş sazlıklarla kaplıdır. Akarsu deltalarında söğüt toplulukları mevcuttur. Gölün Flora ve Faunası, Eber Gölüyle benzerlik göstermektedir. Eber gölü seviyesinde olmasa bile, yine de ekolojik olarak bol gıdalı (eutrophic) göl sınıfına girmektedir. Sazan ve turna gibi ticari önemi olan balıkların yanı sıra beş balık türü daha bulunmaktadır. Akşehir Gölü de ornitolojik önemi büyük olan göllerimizden biridir. Eber Gölünde üreyen, beslenen ve konaklayan bütün kuş türlerine burada da rastlanır. Göl aynasını çevreleyen geniş sazlıklar, su kuşları için kuluçka alanı, beslenme yeri, sığınma, barınma ve toplanma mekânı olarak son derece uygun bir ortam oluşturmaktadır. Sazlıklar, burada Eber gölüne nazaran daha seyrek olmasına rağmen geniş alanlara yayılması; kuşlara avcılardan korunmak için geniş bir hareket olanağı sağlamaktadır. Yine geniş su aynası, avcılar tarafından taciz edilen kuşların sığınmaları yönünden büyük önem taşımaktadır. Gölde, sonbahar ve kış başlarında başta yaban kazları ve yaban ördekleri olmak üzere, pelikanlar, dalgıçlar, balıkçıllar, yağmurcunlar ve martı türlerinden oluşan 60–80 bin civarında kuş görülmektedir. Özellikle yaban kazları, kış mevsiminde geceyi çok kalabalık gruplar halinde gölde geçirmektedirler. Türkiye'de görülen yaban kazı popülasyonunun en büyüğü (107.000) Aralık 1977'de Tansu Gürpınar tarafından Akşehir Gölünde kaydedilmiştir. Ancak kışın şiddetli dönemlerinde göl yüzeyinin donması sebebiyle, 1-2 ayda olsa göl bu işlevini kaybetmektedir. 

Akşehir, kültür coğrafyamızın maddi ve manevi zenginliklerini günümüze kadar yaşatmış, ender kentlerimizden biridir. Buranın halk kültürü varlıkları arasında; Sıra Yarenleri Geleneği, Ünlü Gül-düşün Ustası Nasreddin Hoca’sı, Halk Türküleri, Halk Oyunları, Halk Masalları, Halk Hikâyeleri, Maniler, Ninniler, Bilmeceler, Tekerlemeler, Atasözleri ve Deyimler, Dua ve Beddualar, Nişan ve Düğün Törenleri, Çocuklara Ad Koyma, Yemekleri vb. öğeler günümüze kadar ayakta kalmayı başarmıştır.
SIRA YARENLERİ
     Orta Asya Türk Kökenli bir geleneğimiz olan “yarenlik”, değişik adlarla yurt içinde ve yurt dışında yaşayan bir Halk Kültürü Geleneği’dir. Bu geleneğin mensubu olan gençler, birbirlerine “yaren” diye hitap ederler. Töre ve törenlerine mevsimi içinde sıra ile her gün bir yarenin evinde oturup,sazlı-sözlü olarak eğlendiklerinden dolayı da Akşehir’de bunlara “Sıra Yarenleri” adı verilmektedir.
Sıra Yarenleri’nin Kıdemli ve Rütbeli olan Yönetim Kadrosu; Yiğitbaşı, Kahyabeyi, Yarenağası, Bölükbaşı ve Çavuş’tan meydana gelir. Diğer rütbesiz ve kıdemsiz olanlara ise sadece “yaren” denmektedir.

HALK TÜRKÜLERİ VE OYUNLAR
     Akşehir Yöresi, Halk Türküleri ve Oyunları bakımından da oldukça zengindir. Bu türkü ve oyunlar şunlardır: Akşehir’in Dağları, Ay Oğlan, Bir Sabahtan, Bermende Zeybeği, Çapa Yaparım Çapa, Çarşıda Gezen Oğlan, Emmiler, Gedil Zeybeği, Gıcılar, Kadifem Kara, Karanfilsin, Turnalar, Üç Türkoğlu, Yasiyan Oyunu, Yaşar Türküsü, Yüz Dirhemdir vb...
TARİHİ EFSANELER

     AKŞEHİR’E DÜŞMAN GİREMEZ!..
    Milli Mücadele yıllarında Akşehir ile ilgili olarak halk arasında hikâye anlatılır: Cankurtaran Köyü’nün kurucusu Hacı Abdurrahman Ağa, rüyasında tabur hocasını görür. “Deli Hafız” lakabıyla tanınan bu zatla birlikte namaz kılarlar; düşmanın Akşehir’e girmemesi için dua eder, niyazda bulunurlar. Bu arada, Deli Hafız da rüyasında Peygamberimizle rüyasında konuşmuş; Akşehir’e, Yunanlılar’ın girmeyeceğine dair söz almıştır. Fakat düşmanın şerrinden korkan bazı Akşehirliler’den yaşlı, çocuk ve kadınlar gruplar halinde şehri terkederek komşu kasaba ve köylerdeki yakınlarının yanlarına yerleşmeye başlarlar. Deli Hafız, kaçanların önüne geçerek “Düşman Akşehir’e giremeyecektir, geri dönün!” der. Başarılı olamayınca, şimdi müze olarak kullanılan Batı Cephesi Karargâhı’na gelerek, bizzat Mustafa Kemal Paşa’yla görüşür ve ona: —Paşam, korkmayın Akşehir’e düşman giremez!” der.

YÖRESEL YEMEKLER.

EKMEK AŞI:
Malzemesi: Ev ekmeği, yoğurt, sarımsak.
Yapılışı: Yoğurt, sarımsakla karıştırılır (sarımsakların rendelenmiş olması gerekir).Ekmekler normal büyüklükte parçalara bölünür. Önceden kaynatılmış suya ekmekler atılarak, üzerine kevgir geçirilir. Sonra kevgirden geçirilir. Kaynamış suyun içindeki ekmekler, tabağa konur, üzerine sarımsaklı yoğurt dökülür. Tereyağı ve kırmızıbiberle karışmış olan yağ, üzerine gezdirilir. Sonrasında servis yapılır.

SAKALA SARKAN:
Malzemesi: Pişmiş mercimek, ev makarnası, yağ.
Yapılışı: Mercimek pişirilerek, bir tabağa konulur. Dinlendikten sonra, tencerenin içine konulur, tencereye su katılarak, kaynatılır. Sonra, ev makarnası üzerine ilave edilir. Tamamen piştikten sonra, yağ ve salça ilave edilerek, servise hazırlanır.

KAYMAK BAKLAVASI
Malzemesi: Kaymak, un, yağ, şerbet, şeker.
Yapılışı: Hamur yoğrulur, ufak parçalara ayrılarak bekletilir. İnce yufka halinde, oniki kat açılır. Kızgın yağ dökülerek, haşlanır ve fırında pişirilir. Arası açılarak, kaymak konulur, bu arada kaynamış olan şerbet, ılık durumda iken, üstüne dökülür. Baklava servise hazırdır.

ATASÖZLERİ

Adam olmayacak köpek, sabaha kadar ürer.
Ağanın malı çıkar, uşağın canı...
Altın, toprağın yüzündedir.
Çalışan el, tok karın üzerindedir.
Eğil ocağına, yalvar bucağına...
Testici suyu kendi çanağından içer.
Düğün evinde deve var, doymazsan eve var.

DEYİMLER

Yanı yere gelmek (Beddua)
Terle kuzum terle, terlemezsen parla (Boşuna uğraş verme)
Elee, gaç anam gaç (Hayret, heyecan)
Od’un, ocağın yansın (Ocağın tütsün)
Aşın aşına, kaşığın kaşığına denk olsun (Hayır duası)
Çatı rengine uğrayasıca (Utanıp, kıpkırmızı olsun)
Azarı kavağı (Azarı: Köy ismi, Uzun boylular için söylenir)
Sürmeli Ayşa (Lakap)
Netcalların gelin (Dedikoducu gelin)

NİŞAN

BAYANLAR ŞERBETİ:
Oğlan evinin, dünürlüğünden sonra, nişan ve şerbet yapılır. Bunun için oğlan evi, kız evi ile uygun bir gün belirlerler. O gün için, “okuyucular” akraba, konu- komşuyu kadınlar şerbeti için davet ederler. Belirlenen gün ve saatte yürüyerek kız evine gidilir. Misafirler kapıda karşılanır. “Buyur” edilir. Kahve ikramında bulunurlar. Teklif tekrarlanır. Bu arada müstakbel gelin gelerek, kayınvalidesinin ve diğer davetlilerin ellerini öper. Eski anılardan, evlilikten, aile saadeti vb... konulardan konuşulur. Hayır ve saadet temennileri ve duaları arasında “Kalın sağlıkla” denilir, bu olayla kadınlar şerbeti sona erer. Aynı günün gecesi, erkekler şerbeti yapılır.

ERKEKLER ŞERBETİ:
Kadınlar şerbetinin aynısıdır. Kadınlar şerbetinin yapıldığı, günün gecesinde bir erkek okuyucu tarafından çağrılan davetliler, oğlan evine toplanır. Eğlence yapılır. Mevlid okutulur. Misafirlere şeker, lokum, sigara vb... ikramlarda bulunulur. Bu geceden bir gün önce: Altı bardak, şerbet dolu bir sürahi ve çeşitli çerezler yer alan bir tepsi içinde, ipek bir mendille sarılmış nişan yüzüğü koyulur.

KINA GECESİ:
Yörede kına yakma olayı, düğünde iki gün önce olur. Kadınlara kına yakma töreni gündüz, erkeklere ise, gece olur.

Kız Tarafında Kına:

Bu törene gelen misafirler, kız tarafının eş, dost ve akrabalarıdır. Ayrıca; damat tarafından, ortak- tanıdık misafirler de katılabilirler. Damat tarafından kimse, bu törene katılmaz.
Misafirler; yerlerini aldıktan sonra, Mevlid okunur, sonra geline “Kına Yakma” işlemi başlar. Geline kınayı, kız arkadaşları yakarlar. Kına yakıldığı sırada herkes koro halinde, “Gıcılar” ve “Karanfilsin” türkülerini söyler.
Kına yakma işlemi bitince, geline kına yakılan kına tasının içine, madeni para konulur. Bu tas (kına tası), oğlan evine gönderilmek üzere hazırlanır. Bu törenlerde çalgı olarak; genelde, zilli def ve ud (ince saz) kullanılır. Geline kına yakıldıktan sonra, yöresel türküler söylenip, sıra ile herkes oynatılır. “Eğlenceyi tadında bırakalım” diyerek, son verilir. Ev sahipleri tek tek misafirleri evlerinin kapısına kadar geçirerek uğurlarlar.

Erkek Tarafında Kına:

Erkek tarafında kına, gece olur. Bu törene kına, kız tarafından hazır gelir. Mevlid okunduktan sonra, damada arkadaşları tarafından düz kına yakılır. Burada da kız tarafında olduğu gibi, kına yakılırken herkes koro halinde “Gıcılar” ve “Karanfilsin” türkülerini söyler. Kına tasının içindeki parayı, kına yakarken kim bulursa, kına tasını kaçırır. Bu tasla, misafirlerden bahşiş toplanır. Bu olaya ise, “Tas Kaçırma” adı verilir.Erkek tarafındaki kına gecelerinde de çalgı olarak, zilli def ve ince saz adı verilen ud kullanılır. Burada da yöre türküleri söylenip, yöre oyunları oynanır. Gecenin ilerleyen saatlerinde ise, ev sahibi “düğünde çorbayı bizde içelim” diyerek, misafirleri hem düğün yemeğine davet etmiş olur, hem de kına gecesinin bittiğini belirtir. Misafirler teker teker kapıya kadar geçirilerek kına yakma töreni sona erer.

DÜĞÜN

Kına gecesini takiben günde erkek tarafının yakınları, akrabaları, eş-dostları damadı hamama götürürler. Hep birlikte hamamda temizlendikten sonra damada damatlığını giydiririler. Ertesi gün düğünün olduğu gün erkek tarafının evinde misafirlere yemek verilir. Misafirlere verilen yemek; yoğurtlu yayla (Düğün Çorbası), haşlanmış et, yaprak dolması, irmik helvası ve hoşaftan oluşur.

Yemek yendikten sonra erkek tarafının yakınları, akrabaları, eş ve dostları kız tarafının evine gelin almaya giderler. Gelin, erkek tarafının evine atla getirilir. Böylece gelin alınmış olur. Düğünün ertesi gün gelen misafirlere düğün sonrası yemeği verilir. Bu yemeğin adı “Erte”dir. Erte yemeğinde yiyecekler; yoğurtlu yayla(düğün çorbası), yufka ekmeğinin içine haşlanmış et, pilav ve irmik helvasıdır.

AKŞEHİR BELEDİYESİ RESMİ WEB SİTESİ'NDEN ALINMIŞTIR.
 

 
  Toplam 134162 ziyaretçi kişi  
 
WEB TASARIM: SEZER ODABAŞIOĞLU Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol